28 Ağustos 2011 Pazar

Bayram mı yoksa başka bir şey mi?

    Hani kime sorsanız nerede o eski bayramlar , benim zamanımda çok farklıydı der başlar anlatmaya.
    Benim zamanımda yeni çocukken farklı mıydı bilmem. Ama benim için farklıydı. Biz iki kardeştik. Birbirini kedi köpek misali yiyen ama yine de birbirinden ayrılmayan iki kardeş. O zamanlar maddi durumumuz iyi değildi. Bayramdan bayrama yeni giysiler alınırdı.Bayram bizim içi yeni kıyafet yeni ayakkabı ya da dededen alınan, bize göre büyük harçlık demekti. 
Genelde bayrama bir iki gün kala alınan o kıyafetler annemlerin odasında bulunan elbise dolabına asılırdı. Ben hiç unutmam, sürekli gidip gidip alınan kıyafete dokunur, annem evde yoksa şöyle bir deneyip sonra çıkarırdım. Hele ayakkabı alınmışsa gerçekten yattığımız yatağın altına koyar gece bile kalkıp ayağıma denerdim. Kim bilir bayrama kadar kaç kere giyip çıkarırdım. Hele bayram gecesi sevinçten uyuyamazdım. 
      Bayram sabahı uyanır uyanmaz kahvaltı yapar, anne babayla bayramlaştıktan sonra sokağa fırlardık. Önce apartmandaki bütün evlere girip şekerleri alırdık. Ardından bütün mahalleyi dolaşırdık. Sonra da kardeşimle oturup kimin şekeri çok diye yarışırdık. Şeker toplama yarışını kaybedeceğiz diye şeker yemeye korkardık. Tabi ben şekere dayanamayan birisi olarak hep bu yarışı kaybederdim. 
       Sonrasında başlardı akraba ziyaretleri. Öncelik olarak dedemlere gidilirdi. Bende kardeşimde daha yolda giderken, dedemin vereceği harçlıkla alacağımız şeyin hayalini kurardık.O üç kuruş harçlıkla bilseniz biz neler neler alırdık.Sonunda  bu harçlıklar genelde saklanır ve okul masrafı olarak kullanılırdı. Belki bu yüzden kıymetliydi benim için kitaplar, ya da kalemlerim.
       O ziyaretten sonrası çok önemli değildi benim için çünkü bayram anlamını kazanmıştı artık. Bir çocuk daha ne isterdi ki.
      Şimdi bayram ne mi benim için. Sadece tatilden ibaret. Birde ailemden uzak olduğum için onları görebilmek. 
     Şimdi kızımı düşünüyorum. Onun için bayram ne demek olacak acaba. Onun benimle aynı duyguları paylaşmayacağına eminim. İster miydim paylaşmasını onu da bilmiyorum. Ama bir şeyi zor elde etmesini isterdim. Ne bileyim ne olduğu önemli değil ama gerçekten isterim. Bir şeylerin kıymeti, ancak onun için uğraşılmışsa , o şey için emek verilmişse daha iyi anlaşılıyor.
     Sanırım benim içinde, benim gibi bir çok çocuk içinde bayramlar farklıydı.     Umarım bizim çocuklarımız için de farklı olur.
                                       Herkese iyi bayramlar. ..

25 Ağustos 2011 Perşembe

Küçük ama büyük

Artık büyüyen ve duygularını sadece davranışlarla değil sözlere aktaran minik ama dev kızdan:
Oturup tv izlerken  bir anda çocuk annenin suratına bakar ve:
1.
-Anne sen benim güzel annemsin ama bazen çok çirkin oluyorsun.
-Ne zaman çirkin oluyorum kızım.
-Bana kızdığın zaman :(( Anne dumur vaziyette
2. 
Çocuk anneyi çileden çıkarır ve kaşları çatılır:
-Anne niye suratın asıldı, yoksa bişeye mi kızdın?Hadi söyle bak niye kızdın?
-Anne bu lafın üstüne kahkahayı patlatır sanki karşısında büyük insan varmış gibi.
3.
Çocuk yaptığı her hareketi sadece kendinin yapabildiğini düşünerek ve büyüdüğünü ispatlama çabalarında hareketler yapmaya( örneğin ellerini yere koyar takla vaziyetinde bir ayak havada  ), ya da bir cismi taşımaya kalkar:
-Anne sen böyle yapabilir misin?
- Yok bebeğim nasıl yapayım. Göster bakalım deneyeyim. Oldu mu?
-Hayıy öyle değil böyle. Sen yapamıyoysun , babam da yapamaz dimi, ama ben yapayım. Çünkü ben büyüdüm.
4.
Çocuk ve anne  tuvalete girer. Çocuk tuvaletini yapar ama o lazımlıktan bir türlü kalkmak istemez. sonunda daynamayan ve sıkışan anne tam tuvaletini yapcakken:
- Çocuk hadi yap sana kocaman afeyin diycem.
Anne bitirir:
-Kocaman bir alkış ve afeyin sana , afeyin sana. (Görende matematik olimpiyatlarını geçtim sanar)
5.
Baba her akşam eve gelir. Çocuk kapı sesini duyar :
-Babam babam (yüksek sesle bağırarak evin içinde saklanır.)
Baba gelir:
Benim güzel kızım nerde?
-Bilmiyorum babası az önce evdeydi ama sokağa gitti galiba.
Her zaman aynı yere saklanan çocuk başlar kıkırdamaya, sonra ortaya çıkar.
-Baba ben şunu yaptım, baba annem bana kızdı, baba şuraya gittik... (yani ağzında bakla ıslanmaz herşeyi yetiştirir.)
Babayla oynamaya başlarlar:
-Hadi baba bin sırtıma ben seni taşıyabiliyim. Güçlendim ben güçlendim  büyüdüm.Ama pekmez içmedim.
 Daha bir çok örnek ama  unutuyorum ve artık büyüme hızına yetişemiyorum. Büyüyor ve ve ben o anları artık yakalayamıyorum.
Evet artık o büyüyen parmaklar kitaplardan resim bile kesebiliyor.

24 Ağustos 2011 Çarşamba

What do you see?

 Bunlar da ne mi? Defne'ye hayvanları öğretiyorum diyeceğim, ama yok canım neredeyse üç yaşına gelmiş kız diyenler olabilir. Evet Defne'ye hayvanları ve renkleri öğretiyorum ama ingilizcelerini. Aslında renkleri ve sayıları farklı şekillerde öğretmiştim fakat  bunları yeni hazırladım. Çocuğuma nasıl yeni bir dil öğretirim diye düşünüp duruken ve araştırıken, ingilizce şarkılar ya da çizgi filmler ararken blogların birinde inanın ismini hatırlamıyorum. (Çok özür dilerim eğer o kişi okursa lütfen benim bloğum diye hatırlatırsa sevinirim. )  şu linke rastladım http://www.youtube.com/watch?v=hiFYFXKkmjQ&feature=related  ya da internetten from head to toe diye de aratabilirsiniz. Çok hoşuma gitti. Hemen aklıma bende böyle bir kitap hazırlasam nasıl olur diye bir fikir geldi.  Ben evde bulunan bir ajandayı kullandım. Aslında bizim ki ingilizce defteri oldu. Şimdi hergün yeni bir kelime eklemeyi düşünüyorum.Öğrenir mi bilmem ama  en azından kulak aşinalığı olur. Farklı bir dilin farkına varması bile güzel.
  Sayfanın üst kısmında;
   Green frog
   Green frog
  What do you see?   diye yazyor. Ritimli bir şekilde söyleniyor.
Altında ise arka sayfadaki nesnenin .
I see a yellow dog
looking at me.

 Neden böyle birşeye başvurdum. Küçücük çocuğun ingilizce öğrenmesi de nerden çıktı diyenlere. Ben ve eşim şuan en büyük eksikliği bu konuda yaşıyoruz. Keşke bir dilde daha bilebilseydik. Üstelik belirli yaştan sonra öğrenmek gerçekten zor oluyor. Defnenin de bizim yaşadığımız zorlukları yaşamaını istemiyorum. Keşke zamanında derslerimize gerçekten işini bilen insanlar girseydi.

17 Ağustos 2011 Çarşamba

Okul başladı

      Kreş maceramız başladı. İlk olarak pazartesi götürdüm Defneyi. Bütün gün kreşin karşısındaki parkta oturup, yarım saattte bir telefon açtım.Bir sorun çıkarsa hemen gideyim diye. Bizim kızın ne yapacağı nasıl davranacağı belli olmaz ki.  İlk başta ayrılırken ağlamadı ama sonra ağlamış. Susturmuşlar yine ağlamış. Yaklaşık dört saat kaldı.İlk günü böyle geçirdik.  Sonra aldım.  Okula gitmek istiyormusun diye sorduğumda  o kadar ağlamasına rağmen gitmek istiyorum dedi. 
 
     Bugün ikinci gün , ayrılırken biraz mızmızlandı. Arkamdan da biraz ağlamış.Sonra parkı görünce unutmuş tabi. İki seferdir yemek yemeyi reddediyormuş. Zaten zor yemek yiyen bir çocuk. Artık yapacak bir şey belki sabahları erken gitmeye başlayınca acıkır ve yer umarım. 

     Aslında okulu nasılda isteyip duruyordu. Okula gideceğim deyip duruyordu. Hatta istekli gidiyor ama neden ağladığını anlamıyorum. Birbirimizden ayrılmaya alışkınız. Üstelik öğretmenleri çok ilgililer. Bakalım belki ağlamaktan fırsat bulup etkinliklere katılmaya başlarsa alışır diye düşünüyorum. Umarım yanlış bir karar vermemişizdir. Yoksa altı yaşına kadar beklemek zorunda kalacağız.

     Veli olmak ne tuhaf birşeymiş. Hiç velilerim açısından bakmamıştım olaya. En değer verdiğiniz varlığınızı hiç tanımadığınız birilerine emanet etmek. O kişiyi tanımadan ona güvenmek.Çocuğunuzla sizden fazla vakit geçirmesini istemek. Onu eğitmesini, mutlu etmesini, eğlendirmesini beklemek. Neyse bu sene birinci sınıf velilerim daha şanslı olacaklar:))
      Biliyorum kreşle alakası yok ama bunu yapalı uzun zaman olmuştu. Eklemeye fırsat bulamamıştım. Bu da meyve sevmeyen  çocuklar için patlak göz. Defne hiç yemediği üzümleri bile yedi. Onlar tokasıymış.

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Biz bugün çok eğlendik

      Geçen cumartesi üzerimde bilmediğim bir enerjiyle uyandım. Hafta sonu olmasına rağmen babmız yine çalışıyordu ve biz kızçeyle yine başbaşaydık. Uzun süreli tatil olunca da insan evde sıkılıyor tabi. Neyse ilk başta evde vakit geçirelim dedim. Derfnışla açtık müzikleri deli gibi dans ettik. Baktım bu enerji tüknemiyor. Hadi dışarı çıkalım dedim. Defne dünden razı zaten. Planımız otobüsle gidip oradan trene binmek , sonra  biraz gezinti  en sonda Defnenin en sevdiği şey park.
Defnoş sabırsızlıkla otobüs bekliyor.

       Bir solukta hazırlandık çıktık evden. Bindik körüklü iett otbüsüne. O ne ses ya !Tıngır mıngır, hoplaya zıplaya uzunca bir süre gittik. Fakat Defne o sese rağmen kucağımda uyuya kaldı. Ben başladım şimdi inince ne yapacağım demeye. Derken inince gözlerini açtı hemde hiç mzırdanmadan evde olsa hep ağlayarak uayanır. "Anne tyene mi binicez şimdi "diye. Birden kendini alt geçitte buldu, şu içi çarşı gibi olanlardan. Etrafı bir inceleyişi var ki sormayın. Hem mutlu hem meraklı gözlerle bakıyor. Ardından tren istasyonuna geldik. Aslında amacımız Adapazarı ekspresine binmekti ama saatleri tutmayınca bende banliyö trenine bindirdim. İstasyona girdik ve ilk merak ettiği şey raylar oldu. Onlar bakarken tren geldi zaten bindik trene tabi çocuklu olunca yer verildi ve biz oturduk. Etrafı inceleyişi, sesleri dinlemesi, yüzündeki o garip gülümseme herşeye değerdi. O kada mutluydu ki ...


 
 Tabi sonra geiznti ve park. Park ta şu elle çevrilen beşiklerden vardı( ilk resim). Kaçırırmıyız  bindi. Sonra da kocaman bir dondurma, meyveli yoğrut, çikolata, simit ne istediyse serbest.
  Babası almaya gelince ilk söylediği şey çok güzeldi. "Baba biz bugün çok eğlendik."


4 Ağustos 2011 Perşembe

Nasıl oldu anlamadım ama artık okulluyuz

    Doğrusu anlamadan üstelik tam araştırmadan Defne'yi kreşe yazdırdık. Aslında uzun zamandır aklımda olan bir meseleydi. Artık Defne'ye yetmediğimi düşünüyordum. Etrafında sadece ben, eşim ve bakıcımız vardı. Bu durum beni rahatsız etmeye başladı. Çünkü o bir çocuktu ve çocuklarla birlikte olması gerekiyordu. Sadece bu değil tabi... Defne kendini de savunamayan bir çocuk elinden oyuncağı alınsın oturur ağlar, gidip almaz. Aynı zamanda aktif bir çocuk resim yapmayı seviyor, kitap okumayı seviyor, etkinlik yapmaya bayılıyor, sürekli oyun oynamak istiyor ve ben çalışan anne olarak bir yerden sonra onun ihtiyaçlarına ve enerjisine yetişemiyorum. 
    Kreşi internet üzerinden buldum aslında. Önce başka bir yere baktım ama inanın şaştım. Benim evim daha güzel kreş olur oradan. Koymuşlar ortaya bir masa, iki üç tane oyuncak başlarında öğretmen demeye bin şahit bir kız  ve dünyanın parasını istiyorlar. 
     Bu kreşi içeriye ilk girişte sevdim çünkü her tarafta kitaplar vardı. İlk gözüme çarpanlar Tübitak yayınları oldu ve yüzlerce kitap. Benim için çocuğuma eğitim vermeleri değil orada kızımın ve çocukların  seveceği etkinliklerin yapılması. Çünkü o daha çocuk ve çocuk gibi yaşamalı bilgi her zaman öğrenilir. Zaten şimdiden öğrenirse okulda ne öğrenecek. 
      Burada birde müzik eğitimi var piyano ve bateri. Bizim kızçenin bateri tutukusu başka zaten. O henüz görmedi görünce çıldıracağına eminim. Resim içinde özel resim öğretmeni geliyormuş. Ayrıca sinema saatleri ve kitap okuma saatleri. Birde spor zamanı Defne şu parklardaki spor aletlerinden bile inmiyor. Orada da öyle yaptı. Zor ayırdım. Birde ingilizce öğretiyorlar. Defneyle biz evde başlamıştık. Başka bir dilin olduğunun farkına vardı. Renkleri ve sayıları öğretmiştim. Şimdi yolda ne görse bunun inglizcesi ne diye soruyor. Arada saçma sapan bir şeyler söyleyip anne ben ingilizce şarkı söyledim diyor. Daha ilerlermi bilmemem, öğrense de öğrenmese de önmeli değil önemli olan iyi vakit geçirmesi. Ben işimdeyken aklımın onda kalmaması.
  Şimdi asıl sorun alışma evresi ayın onbeşinde başlayacağız. Aslında haftada üç gün gidicek, iki gün bakıcımıza devam. O bizim teyzemiz artık. Ev ortamından da teyzemizden de kopmasını istemiyorum. Bakalım bize neler getirecek ve bizden neler götürecek.