30 Kasım 2010 Salı

Kolye yapıyoruz

  Bu boncuklar aslında şu çubuklara taktığımız boncuklar.  Bir kaç aydır bu boncuk dizmeyi yapıyoruz. Kolyemizin ipi ise eskiyen bir eşofmanımızn ipi. Ucunu bantladık geçirmesi kolay olsun diye. Defne o tombik parmaklarla o kadar tatlı geçiriyor ki. Sonra da ucunu düğümleyip kolye yapıyoruz.Artık bir kaç sene sonra kolyelerimi yapmaya başlar :)
Bu etkinlik daha çok parmak asları gelişimi ve konsantrasyon için yaptığımız bir etkinlik. Ayrıca vakit geçirmek içinde iyi oluyor.

Yırt yapıştır, kes yapıştır.

 Bunlar son zamanlarda yaptığımız yırtma yapıştırma etkinliklerimiz.Artık ben hiç müdahale etmeden kendisi yapıştırıyor. Tabi bu resimleri ben kesiyorum. Sonra bu resimlerin aynısını deftere çiziyorum ve ondan çizdiğim resimlerin üzerine yapıştırmasını istiyorum.Hemen hemen resimleri tam yerine oturtuyor. Sadece üçgenlerde sorun yaşıyor. Bir de resimleri yapıştırırken kenarı bile kıvrılsa ya da azıcık eğri olsa kaldırıp tekrar yapıştırıyor. Aslında bu hoşuma gidiyor. Uyduruk yapmaması yaptığı işe önem vermesi güzel diye düşünüyorum. Eğlenceli bir etkinlik bu ara çok takıldık bakalım kaç gün devam edecek.

29 Kasım 2010 Pazartesi

Masumiyet

Bu kadar masum başka bir varlık var mıdır? Ah şu çocuklar!
İki kuzen hafta sonu beraberdi. Aralarında sadece dört ay var. İkisi de minik bir cadı. Bir de resimlere bakın hiç göründükleri gibiler mi? Ama ikisi de çok tatlı değil mi?
 Artık beraber oynamayı başarabiliyorlar. Aslında biribirinin tam tersi huylara sahipler. Ama eminim ilerde çok iyi arkadaş olacaklar.Canlarım benim.

26 Kasım 2010 Cuma

Düündüren resimler 3

Umarım bu resimdeki hiç  bir zaman gerçek olmaz. 
Keşke hep cumartesi ve pazar  olsa. Galiba o zaman herkes çok mutlu olacak. 

23 Kasım 2010 Salı

Ne de yakışmış boya tombik parmaklara

  Sonunda yakaladım boyalı parmakları. Hemen sil sil diye tutturuyordu.Sonunda bu pozu silmeden çekebildim.Defne  parmak boyası yapmayı çok seviyor.Ama ellerinin kirli olmasına da dayanmıyor. Hem resim yapalım diye tutturuyor hem de elim pis olamsın diyor. Umarım bu yüzden bu resim sevdasından vazgeçmez. 
 Resim yapmak  benim hep içimde kaldı . En son tamam dedim kursa gittim baya da ilerlemiştim ki Defne'ye hamile kaldım. Zor bir hamilelik olunca kursu bıraktım. Tabi çocuk olunca da mecburen ara verdim. İlham perim de kaçtı. Aslında ara ara yokladığı oluyor ama istediğim gibi bir şeyler çıkmıyor. Yağlı boyalar, toz pasteller kutuda bekliyor. Bakalım o ilham ne zaman geri gelecek. Umarım emekliliği beklemeden geri gelir. 
 Yoksa benden önce kızıma mı gelecek. Belki ikimize aynı anda gelir. Alırız boyaları fırçaları boyarız  anne kız. Hayali bile güzel. Yan yana biri küçük biri büyük boyalı eller ve suratlar sonunda çok güzel resimler. Aslında bu fikir güzel bir tablo da olabilir. Yapsam mı ne?

20 Kasım 2010 Cumartesi

Kasımpatı çiçekleri ve Defne


Yazın yeşilinde çay içtiğimiz kasımpatı çiçekleri şimdi, solmuş yaprakların arasında inadına açmış inadına renkli. O kadar güzel görünüyorlar ki ve o kadar çok ki  insan burada resim çekmeden duramıyor.
  Burası ananemizin bahçesi aslında bütün ağaçlar kurumuş bahçe kuru yapraklarla dolu ama kasımpatılar çok güzel.İnsanın baktıkça içini sevinç kaplıyor.Defne bile dayanamadı sonunda bir tane koparıp ananesine verdi.

Ne kaldı ikiye?

     Az kaldı 2'ye. Evet Elinde tuttuğu resimde yaklaşık 9 aylıktı Defne. Şimdi ise  neredeyse 24 aylık. Evet nereden nereye. Daha çocuk istediğimden bile emin değilken şimdi nerdeyse 2 yaşında bir kızım var. Beni tanıyanlar benim nasıl anne olucağıma şaşırırken. Öyle zor bir çocuğun annesi oldum ki. Ben bile nasıl dayandım hayret ettim. Annelik denen şey buymuş demek ki. Her şeyiyle onu kabul etmek ve sevmek. Her şeye rağmen sabretmek. Defne'nin bana öğrettiği en önemli şeydi sabır. Tek başıma kürek çekerken karayı bir türlü göremezken, yine de devam etmeyi öğretti bana. Öyle anlar oldu ki "yeter artık" derken yine devam etmeyi öğretti bana. Üstelik bu küreği tek başına çekmek o kadar zordu ki ama yine devam demeyi öğretti bana.
   Evet az kaldı ikiye ama ne çok şey götürdü benden ve ne çok şey kattı bana. Geçmişe dönüp bakıyorum da galiba her şeye rağmen güzeldi tatlı kızım. Çünkü sonunda sen varsın, kokunu içime çektiğimde bütün dünyayı unuttuğum. Gözlerine bakınca bütün dertlerimi unuttuğum sen varsın bebeğim.

11 Kasım 2010 Perşembe

Çok gerginim çok!

        Of ya ne kötü bir gün. Bugün o kadar gerginim ki. Avazım çıktığı kadar bağırmak isityorum. Bütün gerginliğimin üsütne bir de en son olayı anlatayım.
Bizim bakıcıya komşularımız gelmiş. 3 tane kadın ve çocukları. Birinin bir kızı var.Aman düşman başına denecek cinsten. Önüne gelen vuruyor,kıryor ve dövüyor. Zaten yorgun argın geldim. Bende gittim. Amacım oturmak değildi. Ama Defne gelmiycem deyince bekledim. Sonra kız her fırsatta Defne'yi itiyor, vuruyor... Annesi sadece yapma kızım diyor. Sonunda yanımda ittirmeye başladı ben, bak böyle şeyler doğru değil hiç hoşlanmam demeye kalmadı. Bizim ki pat yerde kafasını feci şekilde kapıya çarptı. Tabi ben o sinirle kadına laf söylememek için aldım Defne'yi çıktım.  Yavrum benim Eve gelince biraz daha ağladı ve uyudu. Ama Uyurken hala içini çekiyordu.
     Yok bu nasıl annelik. Oturduğun yerden yapma .. Oh o zaman ben 5 tane daha doğurayım. Zaten kadın 2. ye hamile . Nasıl bu kadar geniş olabiliyorlar anlamıyorum. O bir bebek Öğretmezsen şiddeti nereden öğrenecek. Tv. açıp karşında izlersen "Kurtlar vadisini" Sonra bu çocuk nerden öğreniyor bunları dersin.
Bir eğitimci olarak en nefret ettiğim şey tabiki "şiddet" Aynı sorun öğrencilerimle de yaşıyorum. Oyun anlayışları bile vurarak, kırarak. Şakaları bile aynı.
     Ben çocuğumu böyle yetiştirmedim ,Evet hakkını her zaman arayacak ama şidettle değil.
    Yok ben bu dünya insanı değilim . Ben bu kadar geniş olamam. Ben kimseyle de geçinemem. Biliyorum alıp çıkmamam lazımdı ama napayım kadına kesin laf söylerdim.Bu sefer ortam daha gerilirdi.
Arkamdan KonuşulanlaR:
A ne ayıp, ayol o çocuk Filiz'in yaptığı ne ayıp.
Çocuk bu vurur,
Çocuk bu döver,
Çocuk bu başkasının çocuğunun kafasını kırma hakkı vardır...
Evet öyleyse ben geçimsiz bir insanım. Ben gözümün önünde çocuğumu dövdürmem. Korumacılıksa evet koruyorum. O bir bebekse benim çocuğumda bebek.Ben nasıl başkalarına saygı gösteriyorsam, başkaları da bana  ve çocuğuma saygı göstermek zorundadır.

10 Kasım 2010 Çarşamba

Sonbahar

İşte sonbahar dediğin böyle olmalı. Dışarıda o kadar güzel bir hava var ki. Rüzgar o kadar güzel esiyor ki. Okuldan dönerken otobüse binmedim. Bu havayı kaçırmak istemedim.
Gözlerimi kapattım
Rüzgar saçlarımı savurdu, okşadı.
Yapraklar yerlerde sürüklenirken konuşuyordu benimle,
Ya rüzgarın sesi ? Of ! Ne müthiş bir şey
Ne diyor acaba,ya tenime değen ...
Dudağım da "Penceremin perdesini havalandıran rüzgar..."
İçimde ne olduğunu anlamdığım bir duygu,
İşte garip bir sonbahar günü.

5 Kasım 2010 Cuma

Bu benim minik kızım mı?

Bunun sonunu kendi uydurdu. Herkes bilirki farklı.   Ne zamandır kameraya çekmek istiyordum . Bir türlü söyletemedim. Ama sonunda yakaladım.

Ya ! Ne çabuk büyüdü bu kız

Bütün gün evde üşüdüm üşüdüm diye dolaşıyor. Aynı zamanda bildiği şarkıları söyleyip duruyor. O kadar tatlı ki ne söylesem hemen ezberlemeye çalışıyor. Evet bunda tabiki kitapların sayesi ve sürekli onunla konuşmam oldu.
         Bu kadar duygusal olmak zorunda mı bu çocuklar? Bizimki bir kaç gündür bakıcısı ile parka çıktığında başka çocukları anneleri ile görünce başlıyormuş ağlamaya. Bugün eve komşu bir bayan çocuğuyla gelmiş tabi bizimki kovmaktan beter etmiş. Bas bas bağırarak ağlamış. Bakıcısı neden ağladığını sorunca annemi istiyorum demiş. Dün eve geldim ve kucağımdan inmedi.Aslında bunları aştığımızı sanmıştım ama ...
     Defne farkındalığı çok gelişmiş bir çocuk ve aşırı duygusal. Bir şey yaptığında "ama yaparsan üzülürüm demem ve biraz dudak bükmem" yeterli yaptığı şeyden vazgeçiyor. Tv de ağlayan çocuk görse neredeyse oturup ağlayacak. Hatta üzgün çöp adam bile yapsam "hadi gülsün gülsün" diye değiştirtiyor.
        Acaba geçici bir dönem mi? Umarım öyledir.

4 Kasım 2010 Perşembe

Yaşasın kutular

Güzel oldumu bilmem ama gerçekten işe yardılar. Bunlar kaplanmadan önce boş duran ayakkabı kutularıydı. Şimdi ise Defne'nin oyuncak kutuları. Üsteki küçük kutuya tokaları, alttakilere ise oyuncakları koyuyoruz. Ağzını kapatıncada bütün dağınıklık yok oluyor. Gerçekten tavsiye ederim. Hafif olduğu ve kolay açıldığı için Defne de elinde gezdirebiliyor. Hani nerde o ufak tefek her yerden çıkan oyuncaklar? Üstelik Defne bu kutuları sevdiği için oyuncaklarını kutulara koyup kendisi kapatıyor.
Kaplama kolaylığını söyleyeyim. Marketlerde bu ara moda olan ,çekmece kaplamakta kullanılan yapışkanlı kağıtlar var işte onlardan. Renkleride çok güzel. Ben Defne'nin masasının üzerini bile kapladım.

kırmızı yapraklar

Yaklaşık 5 senedir oturduğum bu evin yan tarafında bulunan bu kırmızı yapraklar hep dikkatimi çekti. Yazın daha parlak  olan ve ne yaprağı olduğunu bilmediğim yaprakları hep toplayıp bir şeyler yapmak istedim. Hatta geçen sene toplayıp eve getirdim, ama fırsat bulupta bir şey yapamadım. Aslında bunlardan çok güzel bir tablo yada güzel bir kitap ayracı yapabilirdim. Nedense elim bir türlü gitmedim ve o yapraklar kitaplar arasında kurudu.
Geçen gün de Defne ile ne yapsam diye düşünürken, bu yapraklar aklıma geldi. Hemen giyinip anne kız dışarı fırladık. Yaprakları topladık. Sonra ben bir ağaç çizdim. Defne üzerine yapıştırsın diye. Fakat o her tarafına yapıştırıcı sürüp sürüp üstüne koydu. Sonunda ben değil ama kızım bu yapraklarla bir şey yaptı.

3 Kasım 2010 Çarşamba

Yaşamak güzel be kardeşim!

YAŞAMAYA DAİR
1 
Yaşamak şakaya gelmez, 
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın 
                       bir sincap gibi mesela, 
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, 
                       yani bütün işin gücün yaşamak olacak. 
Yaşamayı ciddiye alacaksın, 
yani o derecede, öylesine ki, 
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, 
yahut kocaman gözlüklerin, 
                        beyaz gömleğinle bir laboratuvarda 
                                    insanlar için ölebileceksin, 
                        hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, 
                        hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, 
                        hem de en güzel en gerçek şeyin 
                                      yaşamak olduğunu bildiğin halde. 
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, 
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, 
           hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, 
           ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, 
                                      yaşamak yanı ağır bastığından. 
                                                                                     1947 
2 
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız, 
yani, beyaz masadan, 
              bir daha kalkmamak ihtimali de var. 
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini 
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına, 
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden, 
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz 
                                en son ajans haberlerini. 
Diyelim ki, dövüşülmeye deşer bir şeyler için, 
                               diyelim ki, cephedeyiz. 
Daha orda ilk hücumda, daha o gün 
                           yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün. 
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu, 
                        fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz 
                        belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu. 
Diyelim ki hapisteyiz, 
yaşımız da elliye yakın, 
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının. 
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız, 
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla 
                                    yani, duvarın ardındaki dışarıyla. 
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım 
          hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak... 
                                                                      1948 
3 
Bu dünya soğuyacak, 
yıldızların arasında bir yıldız, 
                       hem de en ufacıklarından, 
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani, 
                       yani bu koskocaman dünyamız. 
Bu dünya soğuyacak günün birinde, 
hatta bir buz yığını 
yahut ölü bir bulut gibi de değil, 
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak 
                       zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız. 
Şimdiden çekilecek acısı bunun, 
duyulacak mahzunluğu şimdiden. 
Böylesine sevilecek bu dünya 
"Yaşadım" diyebilmen için... 

Nazım Hikmet Ran

1 Kasım 2010 Pazartesi

Yeni bir kitap yeni bir dünya



Kitap kurdu kızım için uzun zamandır kitap almıyordum. Aslında almaya fırsatım olmadı desem daha doğru olacak. Bu kitabımız yine tübitak yayınlarından. Kitapta bir kuşun nasıl yuva yaptığı, sonra bu yuvaya yumurtalarını bırakması, bu yumurtalardan yavruların çıkması ,yavrularını beslemesi ve annesinin onlara uçmayı öğretmesi anlatılıyor. Kısaca kuşların hayatını anlatıyor. Ben çok beğendim resimler özellikle çok güzel. Aslında anlatım biraz daha masalsı, çocuksu olabilirdi. Ama zaten ben anlattığım için farklı şekilde anlatıyorum. Bu da Defne'nin severek okumasına  ve dinlemesine neden oluyor. Sanırım yeni favorimiz bu olcak.

Defnece işte




   Bu ilk bakışta herkes için bir Tv kumandası gibi gözüksede, Defne için bir robot. Tamamen orjinal yapımdır.Yapımı çok kolay bir kumanda ve iç içe geçen oyuncaklardan.  Bir eşi ve benzeri yoktur.   
   Bu ara Defne robotlara taktı. Kendi kendine herşeyi robot yapıp onlarla oynuyor.

Büyük Ada gezintimiz

Kaçma benden sadece sevicem seni diyorum. Anne kaçmasınlar... Diyerek bütün ada kedi ve köpeklerinin peşinden gittik.



Ne güzel bu sokaklar arabalar yok, özgürce ordan oraya koşuşturuyorum.
Geçtiğimiz hafta sonu havanın güzel olmasını fırsat bilerek Büyük Ada'ya gidelim dedik. Hem Defne ilk defa vapura binmiş olur hem trafiğin olmadığı sokaklarda koşoşur  ve böylece değişiklik olur dedik. Bunlarda ada gezintimiz ve vapur sefamızın resimleri. 
Nerde bu kediler yok!.. Kaçtılar.

    İlk vapura binişim.



Bu rüzgar beni gıdıklıyor. Bu da eve dönüş sefamız.